Saturday, January 6, 2007

İronilerin Sabahı

Geçmişten aklımda kalan bir anı.Okul yılları. Herhangi bir dersin herhangi bir hocası gelmez. Hepimiz bir sürprizle karşılaşırız.Teneffüste tükenen hoş sohbetler, yerini oyunlara bırakır. Bu oyunlardan biri ‘Adam Asmaca’dır. Kaleme kağıda sarılır, bir kelime seçer, ardından harfleri deneriz teker teker.Her yanlış harfte; idam sehpası, ilmik, çöp adam oluşmaya başlar.Bazısı kelimeyi bilir kurtarır çöp adamını, bazısı kurtaramaz.

Ortaokul ve lise yılları geride kaldı.Biz değiştik, Dünya değişti. Üstelik çok da kısa bir zaman diliminde yaşandı tüm bunlar.Geçen hafta, boş derslerimden hatıra kalan tek oyunun adam asmaca olduğunu fark ettim. Hemen hemen herkes tarafından şeytan ilan edilen lider sabaha karşı idam edilmişti. Gazeteyi elime aldım, donuk gözlerle başlığa bir göz attım ve düşünmeye başladım. Önce, neden bu kadar çok etkilendiğimi sorguladım sonra benimle hiçbir bağlantısı olmayan savaşa karşı objektifliğimi gittikçe kaybettiğimi fark ettim.Düşünmeye başladım. Dünya’nın bölünüşünü. Hepimizin bir saf tutması gerekliliğini, adeta buna zorlandığımızı, iyilik ve kötülüğün hiçbir zaman bu kadar çok birbirine karışmadığını, bu savaşın altında yatan onlarca nedeni, bazılarının Noel hediyesinin şatafatını, bazılarının Bayram Arifesi tatsızlığını, bazısı için ise her ikisinin de yer değiştirdiğini düşündüm.

O sabah bir film şeridi gibi gözümün önünden geçen savaş, bir sahnede durdu.Devrik liderin heykelinin bir halat yardımıyla çekilerek yıkılışını, sözde özgürleştirme harekatı askerinin, kendi ülkesinin bayrağını telaşla heykele asışını, komutanların uyarısıyla kendi bayrağını özgürleştirilen ülkenin yeni bayrağı ile değiştirdiğini hatırladım.O sabah ironilerin sabahıydı.

Televizyonu açtım.Önce liderin idama hazırlanış görüntülerini izledim.Sonra herhalde hem ‘Yaşıyor, Kimlik değiştirdi!’ dedikodulara son vermek hem de kimseye geri dönüş umudu vermemek için olacak ki ölüm anı da yayınlandı.İzleyemedim.Çok geçmeden, kendinden yapmacık bir tavır ile görüntüleri kimin yaydığı sorgulanmaya başlandı.

Ben kimsenin tarafını tutmadım. ‘Sadece, bir katilin diğer bir katili yok etmek için ne kadar daha az günahkar olması gerekir?’ diye düşündüm.Bir halkı, korkunç bir rejimin elinden kurtarmak adına bu kadar çok can feda edebilecek, bu kadar para ve emek harcayabilecek bir büyük gücümüz olduğu için de şükrettim. Sonra aklımı kurcalayan başka bir soru oluşuverdi.Biz bu oyunu oynarken rakibe bulunabilecek en zor kelimeleri sorardık. Peki bu seferki kelime ne kadar zor olabilirdi ki biz tüm Dünya bir soruya bu kadar çok cevap verebiliyorduk da adam asmaca oyununu yarımız kaybederken yarımız kazanıyorduk. Bu durumda cevap neydi? Zulüm mu? Diktatörlük mü? Özgürleştirme mi? Peki ya Petrol?

Her oyun gibi bu oyunun da kuralları vardı.Bir kelime, bir cevap, bir oyun, bir çöp adam. Kurallarıyla oynamayana mızıkçı denmez miydi? Şimdi, iki elimi burnuma götürüp çocuk gibi ‘Mızıkçı, mızıkçı!’ diye bağırsam kimse beni umursar mıydı?

No comments: