Sunday, March 4, 2007

15 Dakikalık Şöhret

Tren suların üstünden bir hayal gibi uçarak şehre giriyor.Peronu geride bırakıp çıkış kapısına yöneliyoruz.Geniş kapı yine o muhteşem görüntüyü çerçeveliyor. Bir tablo gibi seyrediyorum. Fakat bu sefer bir farklılık var.Şehir şehirlikten tarihinde 739. kez, benim için ilk defa çıkmış karnaval alanına dönmüş.İstasyon merdivenlerinden inerken ürperiyorum, kimliğini maskeler altına saklamış onlarca insan beni ürkütüyor.Öcü görmüş çocuklar gibi sağa sola dehşet dolu bakışlar fırlatıyorum.Yürümeye başlıyoruz, tabiri caizse tırsıklığım yerini heyecana, uykusuzluk ve yol yorgunluluğu ise her ne hikmetse aniden vuku bulan enerjiye bırakıyor.Kendi kendimin ebeveyni kesilip ‘Şu an okula gidiyor olsam ve tüm Kuştepe maske takıp karnaval yapıyor olsa uykum açılmazdı!’diyerek paylıyorum.Çok geçmiyor hararetle maske arayışına koyuluyorum.Kendi kendime ‘Ders kitabı arasam bu kadar hararetle aramam!’ demiyorum, uzatmıyorum bu durumu.Önce peruğumu buluyor sonra maskemi alıyorum.Arkadaşımın Mozart’a dönüşmüş olduğum hakkındaki yorumlarına, amacımın kraliçe veya prenses konsepti oluşturmaya yönelik olduğu karşılığını veremiyorum.Aynaya bakıp ‘Piyano lazım bana bir tane!’ diye bağırmak istediğimi fark ediyorum ve beni Mozart olmaktan uzaklaştıracak tek detay olan kırmızı rujumun yanımda olmadığını fark edip notanın gücüne teslim oluyorum.Yemek yiyoruz, San Marco meydanına çıkıyoruz.İşte o anda ne oluyorsa oluyor, kızlardan biri kamera görüyor.Zaten milletçe kamera gördüğümüz yerde cıvıtma gibi bir özelliğimiz olduğu için en arsız tavrımızla el kol sallayıp, zıplayarak karnaval heyecanımızı kamera ile paylaşıyoruz ve anlıyoruz ki rahatça cıvıttığımız kamera bizim kamera.Yani bir Türk kanalının kamerası.Artık çok geç olmakla beraber adını değiştirmek zorunda olduğum Çağhan Venedik’te adlı program ve sunucusu ile röportaja koyuluyoruz.Çağhan bizi soru yağmuruna tutuyor ve ‘Ne yediniz? Ne aldınız? Ne yaptınız? Kim, Kiminle, Nerede, Nasıl ?’ tadındaki N’lere ve K’lara cevap bekliyor.Ünlü ve kaprisli olmadığımız için efendi gibi yanıtlamaya çalışıyoruz daha doğrusu arkadaşlarım çalışmalarında başarılı, muvaffakiyete eremeyen benim.Çağhan’ın tekniği enteresan. ‘Bir soru, bir kişi’ sistemi ile insanı şaşkına çeviriyor.Mikrofon bana yaklaştıkça geriliyorum, sıra bana geldiğinde ise röportajı bölerek ‘Sıra bana mı geldi?’ diyorum.Çağhan bana geldiğini söylüyor. ‘Tamam’ diyorum. Anlamsızca gülüşüyoruz ve yüz puan değerindeki ilk sorum geliyor ‘Maskeni ne kadara aldın? Ortalığı bir sessizlik kaplıyor.‘Türkiye Avrupa Birliği’ne girmeli mi?’ dese daha mantıklı bir cevap vereceğim. Maskemi baktığım sekizinci yerden aldığım ve bir sürü karşılaştırma yaptığım için fiyatını o an için hatırlayamıyorum. ‘Beni kurtar!’ bakışları altında arkadaşıma dönüyorum sağ olsun söylüyor. Mozart kılığımın da etkisi ile grubun muhasebecisi gibi duruyor olmalıyım ki Çağhan bir sonraki turda yemeği ne kadar yediğimizi de bana soruyor.Onu da unutuyorum. Burnumuzda kamera, sürekli fiyat sormaktan başka birşey yapmayan Çağhan ve barkot muamelesi gören bizler kazasız belasız ropörtajı tamamlıyoruz.Ropörtaj sonunda Çağhan üstüne vazife olmayarak babalarımıza da çağrıda bulunuyor; ‘Görüyor musunuz babaları…!’. 'Babalarımız görüyor canım, haberleri var yani. Babalarımızı ulusal kanal vazifesiyle kışkırtmaya çalışma.Karnaval böyle yedik, içtik, eğlendik!' diyemiyorum. Çünkü Çağhan’ın istek ve talepleri bitmek bilmiyor. Biz de acemilikten olsa gerek ‘Çıkın oynayın da görsün millet Venedik’te karnaval nasılmış!’ dese oynayacak haldeyiz. Fakat ‘Çağhan orada burada’ diye bağırmamızı istiyor.Bir kere bağırıyoruz Çağhan beğenmiyor, ikinci kez daha çoşkulu bir şekilde bağırıyoruz bu sefer oluyor.Mutlu mesut Çağhan ile vedalaşıyoruz.Karnavala katılıyoruz, eğleniyor manasızca dans ediyor, onu bunu pozluyoruz ve dönme vaktimiz geliyor.İki arkadaşımızı orada bırakıp yola koyuluyoruz. Günler günleri kovalıyor.Biz sürekli Çağhan Venedik’te röportajımızın yayınlanmasını bekliyoruz.Üçüncü haftada en sonunda kuşa çevrilmiş bölümlerim dahil 15 dakikalık şöhretimize kavuşuyoruz. Çağhan’ı bırakıp cevaplarımı kameraya verdiğim anlar, gerekli gereksiz esprilerim çöpe gitmiş.Buradan Andy Warhol’u anmak ile beraber Çağhan’a da selam ederim.Bundan sonraki röportajda soruları önceden alırım, sıra fiyatla ilgili bir şeye gelince ‘A söylenir mi çok ayıp!' deyip geçiştiririm, bön bön arkadaşlarıma bakmam, madem öyle bir dahaki karnavala Mozart değil Cemal Reşit Rey kostümü ile katılırım!’ dersimi aldım. Bir başka programda görüşmek üzere esen kalın. Sizi Türk Marşı ile uğurluyorum. Sol la si faaaaa…

2 comments:

Unknown said...

Evet 15 dakikalık şöhret aslında tahmin edemiyeceğimiz kadar büyük bir olaydır insanlar için ama niye sadece 15 dakika görünmek midir televizyonda hayır değil aslında o 15 dakika o kadar çok şey anlatır ki insanlara "kısık ateşte 15 dakika" yanmak gibidir aslında televizyonda görünmek aslında varsındır ama bir anlamda da yoksundur orda ama sonuç olarak her insan o 15 dakikayı tatmalıdır hayatında....

Gulin Sezer said...

babyyy depresyonda bir kelelebek ve mozart yanyana venezia duman oldu...